1975 yılında sona eren Vietnam savaşıyla birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ndeki iktisatçıların X nesli planı fikir olarak global, ancak küresel dünya ile kontak kurulmadan yaratılmaya çalışılan bir nesil olarak adlandırıldı. İletişim, medenilik, teknoloji ve küreselleşme ile birlikte ise 1981 sonrası doğanlar Y nesli ya da Y kuşağı olarak tanımlandı. Gelişen dünya düzeni, teknolojik olanaklarla birlikte Y kuşağına göre çok daha farklı bir hayat çizgileri ve dünya görüşleri oldu bu insanların…
1981 yılından bir kaç yıl öncesinde çocuklar poker, misket, tavla gibi oyunlar oynarken Y kuşağına mensup çocuklar Gameboy’larla, Atari’lerle ve Commodore 64 ile tanıştılar. Oyun oynama kavramlarını teknolojik cihazlar üzerinden gerçekleştirdiler. Benzer bir kavram değişikliği iletişim alanında da yaşandı. Y kuşağı bir önceki kuşak gibi sosyalleşme kavramıyla sokakta değil, bilgisayar, telefon ve cep telefonu üzerinden keşfetti. mIRC ve ICQ gibi bilgisayar yazılımları üzerinden birbiri ile iletişim kurdular…
Dünyadaki teknolojik gelişimi en hızlı yükseldiği bir dönemden geçiyorlardı ve bu sayede her gün yeni buluşlar, yeni uygulamalar, yeni cihazlar, yeni kolaylıklar ve elbette yeni ürünler sunulmaktadır. Bu da Y kuşağını her zaman bir adım sonrasında düşünmeye itti. Bir önceki kuşak, televizyonun icadıyla birlikte “artık bundan daha ileriye gidilemez” diye düşünürken ev ve iş yerlerindeki telefonlar cep telefonlarına, cep telefonları önce PDA olarak adlandırılan cihazlara, sonra ise akıllı telefonlara dönüştü.
Bu gelişmeler ve her geçen gün daha da acımasız hale gelen kapitalist sistem ile birlikte Y kuşağına sürekli bir tüketim çılgınlığı empoze edildi. Reklamlar, özendirme, materyalizm, kredi kartları vs… Bu artan kapitalist sistemde tek amaç vardı; o da elbette daha fazla kâr elde etmek. Ve bu amacı kapitalizm en iyi Y kuşağında uyguladı. Sadece TV ve internetteki reklamlarda değil caddelere asılan afişlerde billboardlarda da sürekli “tüketin” mesajı verilmekteydi. Sistemin işleyişinin devamını sağlamasının tek yolu buydu zira; “tüketin ve mutlu olun” mesajı verdikleri önemli bir hedef kitleyi ise bu kuşak oluşturmaktaydı….
Çevresiyle, ülke ve dünya sorunlarıyla, siyasetle kısacası kendinden başka çoğu şeyle ilgilenmeyen Y kuşağı, belki de önceki kuşaklar için endişe verici boyutlara ulaşmıştı.
Ta ki 2011 yılında Ortadoğu’da başlayan ortadoğu halk isyanları ya da diğer bilinen adıyla Arap Baharı ile bu endişelerin yersiz olduğu adeta kanıtlandı.
Türkiye’deki bakış açısına değişim ise 31 Mayıs 2013 günü başladı. Gezi Parkı nöbeti ve devamındaki direniş ile birlikte o güne kadar apolitik, liseli hatta çocuk diye aşağılanan bir nesil, hükümetin yıllardan bu yana süren baskılarına “artık yeter!” demek için sokaklara döküldü. Bu kitlenin en önemli özelliği; bir çoğunun daha o güne kadar herhangi bir toplumsal eyleme katılmamış olmasıydı. Herhangi bir örgüte ya da partiye üye değillerdi. Seçimlerde oy bile vermeyen Y kuşağı, o günden sonra mizah dergilerini aratmayacak espirili sloganlarıyla sokaklardaydı.
Üstelik herhangi bir lider ya da birileri çağırmamıştı onları… Başta Twitter olmak üzere bir çok yeni medya aracında kendi kendilerine etiketler oluşturarak, kitlesel bir ayaklanmanın tarihsel rolünü üstlenen “Y kuşağı” idi artık onlar.
Direniş sırasında hükümet yetkilileri ve yanlılarından bir çok kez “tamam eyleminizi yaptınız, mesajınızı verdiniz artık evinize dönün” gibi mesajlar verildi. İlk bakıldığında sağduyu mesajlarıydı belki bunlar lakin Y kuşağının anlayacağı ya da diğer bir söylemle Y kuşağının dili değildi! Zira henüz toplumdaki diğer insanların davranışlarını anlamadığı (fakat anlamaya da çalıştığı) Y kuşağı zamanı geldiğinde ne yapacağına karar verip, bir sonraki adımını atan bir kuşak…
Kuşağı anlamayanların bir diğer direniş sırasında başarısızlığa uğratan noktaları ise; bu toplumun bir liderinin olmamasıydı. Bu bağlamda Y kuşağını internete benzetebiliriz. Bir internet ağının nasıl ki tam olarak bir “merkezi” yok ise; Y kuşağının da merkezi bulunmamaktaydı.
Kuşağın ağ toplumu olmasından dolayı yeni medya araçları geleneksel medya araçlarından önce gelmektedir. Televizyondaki bir haber Twitter’da saatler önce, belki de olay anından sadece bir kaç dakika sonra zaten öğrenilmiştir. Gezi Direnişi’nde olduğu gibi; belki hayatında Gezi Parkı’na hiç gitmemiş bir doktor, orada insanların yardıma ihtiyacı olduğu haberini alıp gönüllü olarak insanları tedavi edebilir. Bir başkası evindeki kitapları Park’a taşıyıp, orada açık bir halk kütüphanesi oluşturabiliyor. Bir başkası kandil günü, Park’taki insanlara kandil simidi dağıtabiliyordu…
Son zamanlarda yapılan anket ve araştırmalarda “serbest çalışma saati” isteme konusunda en yüksek oranı tutturmaları bu bağlamda bir tesadüf değil. Bu taleplerine karşı Y kuşağı gençleri aynı anda birden çok iş yapabiliyor. X kuşağın en çok dert ettiği konuların başında Y kuşağın elinde sürekli cep telefonları ve bir şeylerle meşgul olması gelir… Eğer karşınızda Y kuşağından birey varsa ve elindeki telefonla ilgilenmekten sizin anlattıklarınızı dinlemediğinizi düşünüyorsanız, sakın ona “az önce ne anlattım ben?” diye sormayın! Çünkü sizin az önce anlattıklarınızı eksiksiz, kelimesi kelimesine söyleyebilirler.
Kuşak, herhangi bir şey bağımlı olmadığını, buna yeni medya araçların da dahil Gezi Direnişi’nde gösterdi… Twitter ve Facebook’a erişimin kapatıldığı saatler ve günlerde yeni iletişim araçlarıyla bir “ağ toplumu”nun gerekliliğini yerine getirdi.
Y Kuşağı hakkında konuşacaksak; artık Gezi Direnişi öncesi ve Gezi Direnişi sonrası diye ikiye ayırmak, oturup düşünmek gerekiyor. Zira artık onlar sizin “sandığınız” bir kuşak olmanın ötesinde.
Kaynak:
Wikipedia
Tanol Türkoğlu, Cumhuriyet Bilim Teknik, 13 Haziran 2013
Sarphan Uzunoğlu, Mesele Dergisi, Ekim 2013