“Metropol” benim kafamdaki kelime anlamıyla; pis, gürültülü, herkesin gereksiz bir telaş içerisinde olduğu büyükşehir.
Metropol insanları ise; bu büyükşehirde yaşayan her gün sabahın köründe kalkmak zorunda olan, erkekse her gün traş olan, kadınsa makyaj yapan, sabahları çay/kahve ve yağlı poğaçayla kahvaltı yapan, çantasında onlarca kartvizit taşıyan, sürekli insanlara karşı güleryüzlü olması istenen, iş yerine girip çıkarken kart okutup patronlarının kaç saat çalıştığını raporlanan insanlardır.
Metropol insanlarının ideolojik bir düşünceleri genelde yoktur. Ancak kapitalizmin kurallarını, sistemin birer kölesi olduklarını bilirler. Kimisi bu konuda yapacak bir şeyleri olmadığını düşünür, kimisi de “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyip, hayatına devam etmeye çalışır.
Seçim zamanlarında ya aileden gelen ideolojiye yakın partiye oy verirler ya da seçim öncesi anket sonuçlarında kim birinci görünüyorsa o partiye oy vermeyi tercih ederler.
Yaşadıkları dünyada artı bir değer katma ihtiyacı hissetmezler. Yalnızca kendilerini düşünerek hayatlarını idame etmenin derdindedirler. Kimisi Greenpeace’e ayda 10 lira göndererek dünyayı kurtardığını düşünür ve bunu arkadaş çevrelerinde övgüyle bahseder.
Hayat kalitesi olarak her zaman en üst tabakayı kendilerine örnek alırlar. Orta düzeyde maaş alıyor olsalar bile kıyafetleri, çantaları, teknolojik aletleri, arabaları(?) üst düzeyde tutmaya özen gösterirler. Gerekirse bunun için kredi kartlarını acımasızca kullanırlar ve gider düzeyi gelir düzeylerini karşılamadıkları için bir kaç ay sonrasında bankalar tarafından borçlanırlar. Borçlarını yine başka bir bankadan aldıkları krediyle kapatmaya çalışırlar. Bir süre borçlarını ödeyebilmek için ekstra çalışırken diğer yandan alışveriş tutkularına kaldıkları yerden devam ederler. Zira izledikleri reklamlarda, okudukları dergilerde insanlar alışveriş yaparak mutlu olmaktadırlar.
Hayatlarının önemli bir bölümü iş yerinde ve trafikte geçer. Evlerini genellikle uyumak dışında bir amaç için kullanmazlar.
Yeni tanıştıkları insanlarla ilk olarak yaptıkları kartvizitlerini vermeleri olur. Eğer yeni tanıştığı birisiyle arasını iyi tutmak istiyorsa Facebook’tan arkadaşlık isteği gönderir ve ilk mesajı “müsait olduğun bir ara mutlaka bir kahve içelim” olur.
Günlük hayatta görüştükleri “dostları” çok az sayıda olmasına rağmen sosyal medyada oldukça aktiftirler, Facebook’ta binden fazla arkadaşları vardır. Cumartesi akşamları Bebek, Nişantaşı veya Taksim’de gittikleri mekanlarda çekilen fotoğraflar akıllı cep telefonlarından sosyal medya hesaplarında paylaşmayı ihmal etmezler…
Haftasonlarını iple çekip, pazar akşamından başlayan pazartesi sendromunu yaşayan insanlardır.
***
***
***
Yukarıda yazılanlar size de çok tanıdık geliyorsa siz de bir metropol insanı olabilirsiniz.
Sisteme hoşgeldiniz.