Skip to main content

Çok sevdiğiniz bir kaç arkadaşlarınızla bir kafe oturmuş, kahvenizi içip sohbet ediyorsunuz… Fakat eliniz ve gözünüz bir yandan da sürekli olarak akıllı telefonunuzda, Twitter’da kim ne tweet’i atmış, Instagram’daki son fotoğrafınız kaç beğeni almış, Facebook’taki arkadaşlarınız ne yapmış diye bakınmaktasınız…
Dışarı çıkacağınız zaman telefonun şarjının %100 olması gerekiyor. Foursquare’de devamlı bir arkadaşlarım nerede check-in olmuşa göz atıyorsunuz. Whatsapp’tan bir bildirim geldiğinde “acilen bakmalıyım!!!” triplerindesiniz. Bu arada halen kafede arkadaşlarınnızla bir sohbet halindesiniz ama kimin umrunda! Sen dışarıdaki dünyada olup biteni kaçırmak istemiyorsun.

Whatsapp’tan ne kadar önemli bir haber gelmiş olabilir ki?
Instagram’daki bir fotoğrafınının ne kadar beğeni almış olmasının bu kadar çok önemi ne?
Merak etmeyin, Foursquare’de şehrin en güzel mekanında check-in yapan arkadaşınız da şu an sizinle aynı şeyi yapıyor, onun da eli sürekli telefonunda.
Dışarıda olsanız ve telefon telefonun şarjı bitmiş olsa ne olabilir? Siz takip etmezseniz borsadaki milyon dolarlarınız mı gidecek?
Kitap fuarından, o içerisinde check-in yapmaktan çok mutlu olduğunuz kitapçıdan aldığınız kitaplar ne alemde? Halen bir rafta okunmayı bekliyor değil mi?

Bu yazdıklarım arasından birisi için içinizden geçirdiğiniz kelime “evet, öyleyim” ise tebrikler!
Siz de ‘modern’ hayatımızın yeni hastalığı FOMO yani “Fear of missing out” hastalığına yakalanmışsınız. Bazı çevrelerce Nomophobia olarak da adlandırılıyor. FOMO genel olarak herhangi bir konudan eksik kalma korkusu olarak adlandırılıyor. Nomophobia yani “no mobile phobia” ise cep telefonununuzun kapsama alanı dışında kalması korkusu. Cep telefonu ile ilgili her türlü aksaklığı (ulaşılamama, şarjın bitmesi, vb.) durumları kapsıyor.

Teknoloji insanlık tarihini iyi olduğu kadar kötü anlamda da değiştiriyor. Eskiden ülke ve dünya gündemi için akşamları radyonun başına geçip, “ajans”tan haberleri alırken ya da gazetelerden bugünün değil, dünün haberlerini okurken artık anlık olarak binlerce çeşitli kanaldan alabiliyoruz. Gerek görsel, gerek işitsel gerekse yazılı olarak…

Artık o hale geldi ki, bilgiyi kaçıracağız korkusuyla tuvalete bile internete bağlı bir cihaz ile giriyoruz. Asansörde telefonumuz çekmediği için neredeyse panik-atak duruma geliyoruz bir an önce asansörün istediğimiz kata gelmesini istiyoruz. (Çünkü asansördeyken telefonunuzun şebekesi çekmeyeceği için Facebook’ta durum güncellemelerini kaçıracaksınız!)

Her birimiz öyle bir noktaya geldik ki, kapitalist sistem bu hastalıklarımız üzerinden para kazanmaya başladı. Üstelik “espirili” dilden reklamını bile yapıyorlar.

[su_spoiler title=”Duracell Powermat reklamı” style=”fancy”][su_youtube url=”http://www.youtube.com/watch?v=IBHx6XSQ_FU”] [/su_spoiler] [su_spoiler title=”Geride kalmayın: AT&T 4G Broadband reklamı” style=”fancy”][su_youtube url=”http://www.youtube.com/watch?v=SR04YQo_Abs”] [/su_spoiler]

Kötü Haber: bu hastalıktan kurtulmanın henüz tıbben bir çaresi yok! Ancak bir kaç tavsiyem var. Sosyal medya hesaplarınızın tümünü kapatmanız ya da bu mecralardan uzaklaşmanız bir çare değil. En azından her gün bir defa donothingfor2minutes.com sitesini ziyaret edin. (Düşmanı kendi yöntemleriyle yenin.) Girişimci ve yazar Robyn Scott, 30 saniyelik çabalarla “hayatta kalabileceğinizi” iddia ediyor. Denemekte fayda var. Kendinize gerçek anlamda zaman ayırın. (Kendimden örnek; bütün hafta Evernote, Pocket, Feedly gibi araçlarla biriktirdiğim okunacaklarımı Pazar günleri bitirmeyi hedefliyorum.)

Unutmayın! Beyniniz de tıpkı bacağınız, gözünüz gibi bir organınız. Arada onun da dinlenmeye ihtiyacı var.