Skip to main content

Hiç biriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz. Bunu yapmaya kalktığınızda yazdıklarınızın basılmayacağını önceden bilirsiniz çünkü; Çalıştığım gazetede bana düşüncelerimi açıkça yazmak için değil, tersine yazmamam için haftalık bir ücret ödüyorlar. İçinizde benzer biçimde benzer ücretler alan başkaları da vardır. Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri, sokaklarda başka iş arıyor olacaktır.

Gazetemin her hangi bir sayısında gerçek düşüncelerimi yayınlamaya kalksaydım, 24 saat dolmadan işimden atılırdım. Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz ben de!

Öyleyse şimdi burada, ‘bağımsız özgür basının’ şerefine kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı? Bizler sahnenin arkasındaki zengin adamların oyuncakları, kullarıyız. Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız. Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve yaşamlarımız, hepsi başkasının malı.

Bizler entellektüel fahişeleriz.
New York Times’ın editörü John Swinton.

İlk bakıldığında “ne kadar doğru, ne kadar gerçekçi, dürüst” diyebilir insan… İşin aslı öyle değil. Swinton, kendi aklınca günah çıkartıyor, hatta kendi fahişelik tabiriyle mastürbasyon yapıyor.

Bu itirafları onu onurlu bir insan yapmaz. Bu itirafları onu dünyanın her yerindeki faşist polislerden, “ekmek parası, biz emir kuluyuz” diyen faşist polislerden farklı bir yere koymuyor. Sadece John Swinton için değil, tüm dünyada patronunun ihalelerini kazanabilmesi için, “aman kendi muhalif düşüncelerimi yazarsam sabaha kalmaz kovarlar beni” diye dünyadaki adaletsizliği, kapitalist düzeni görmeden binlerce “gazeteci” için aynı şey geçerli.

Peki, nasıl yaşasın bu insan? Ne yapsın, simit mi satsın? Evet kardeşim! Gerekiyorsa onurlu yaşaması için simit satsın. Dizlerinin üzerinde yalvararak yaşamaktansa, ayakları üzerinde ölmeyi tercih etmeli insan. Zira Che Guevara’nın sözüyle; kaybettiğin tek savaş, uğrunda savaşmaktan vazgeçtiğindir.

Özellikle günümüz teknolojisinin ve yeni medya alanlarının açılmasıyla birlikte bir gazetecinin (ama gerçek bir gazetecinin!) bu yeni olanaklarla hiç alternatifi yoksa kendi medyasını oluşturabilecek gücü var. Hadi onu da geçin, Amerika Birleşik Devletleri’nde New York Times dışında sadece doğruları yazıyor diye hiç mi iş verecek bir gazete yoktur? Türkiye’deki bir BirGün’den, SOL’dan Yurt’tan bir tane mi yoktur? Sizce Ece Temelkuran neden “medya devi”  holding gazetesi Habertürk’ten ayrıldı, BirGün’e geçti? Ya da geçmek “zorunda” kaldı?
Bir düşünün, öyle konuşalım…