Çocukluğumda bir dönem (hemen her konuda olduğu gibi) resim ve ressamlığa da bulaşmış olmamın dışında açıkcası resimlerle çok fazla aram yoktur. Resim galerine gitmeye çalışsam da bir resmin karşısına geçip saatlerce bakıp “burada ressamın anlatmaya çalıştığı şey…” diye başlayan cümleler de kuramam.
“Bir kaç ressam ismi söyle” deseniz Picasso’dan, Van Gogh’dan öteye gidemem yani.
Edward Hopper ile geçen yaz bir akşam Beşiktaş Çarşı’da seyyar bir satıcının sattığı tablolar arasında Nighthawks ile karşılaşmamla tanıştım. Nighthawks’a hayranlığım o gün başladı.
Belki Nighthawks’ta kendime ait bir şey buldum… Ya da resim severlerin bu sevgisi bir tablodan sonra başlıyor, bilmiyorum.
Herkesin kendisinden bir nokta bulabileceği Nighthawks eserini, Edward Hopper 1942′de yapılmış. Şehrin yalnızlığı ve ısssızlığı vurgulanıyor.
Resimdeki detaylar ve anlatılanlar saymakla bitmez; lokantada çalışan kişinin çalışıyormuş gibi yapıp, dışarıyı izlemesi.. Bar alanında hiçbir çıkış noktasının olmaması çalışanın iş yerinde hapis kaldığı izlenimi vermesi… İki erkek müşterinin takım elbiseyle orada olması ve işten çıkıp bara gelmiş olmaları… Sokakta hiç ışığın olmaması ve dışarısının mekanın ışıklarıyla aydınlanıyor oluşu…
Peki ya; takım elbisesiyle oturduğu görünen arkası bize dönük adamın hali? Bir lokantada gecenin bir vakti, tek başına olması? Neden orada? Niçin tek başına? Niye çalışanla ya da diğer çiftle konuşmuyor?
Belki hayatın hızlı akıcılığından sıkılmış ve iş-ev rutini arasında kafa dinlemek için uğradı… Belki de o gece uyuyamadığı için.. Belki de o şehre günübirlik gelmiş bir yabancı… Kim bilir?
Kimse bilemez belki ama Edward Hopper, bir tabloyla hayatlarımızı o kadar güzel özetlemiş ki…