Çok sevdiğiniz bir kaç arkadaşlarınızla bir kafe oturmuş, kahvenizi içip sohbet ediyorsunuz… Eliniz ve gözünüz bir yandan da sürekli olarak akıllı telefonunuzda, Twitter’da kim ne tweet’i atmış, Instagram’daki son fotoğrafınız kaç beğeni almış, Facebook’taki arkadaşlarınız ne yapmış diye bakınmaktasınız…
Modern hayatın yeni hastalığı olan FOMO için geçerli olan bir tanım bu…
Bugün bir telefon, daha doğrusu akıllı cep telefonu alacağımız zaman ilk sorduğumuz şey “kamerası kaç megapiksel?” oluyor.
Telefonunuzun ayarlarından pilinizi hangi uygulamaların daha çok kullandığına bakacak olursanız çoğunuzun telefon aramalarının %1 oranında olduğunu görebilirsiniz. Zira bugün pek çok kullanıcının telefonu kullanma amacı fotoğraf çekmek, anı paylaşmak ve/veya paylaşılanlara yorum yapmak üzerine geçerli.
Bir konsere gidiyorsunuz. Düşünün ki, ülkenize bir daha gelme ihtimali olmayan, sizin o sanatçıyı canlı bir daha asla görme şansınız olmayacak. Peki siz ne yapıyorsunuz? O anı yaşamak, sanatçının sahne gösterisini izlemek, şarkılarını canlı canlı dinlemek yerine megapiksel görüntüsü ne kadar kaliteli olursa olsun paylaştıktan sonra muhtemelen bir daha asla açıp bakmayacağınız o anın videosunu ve fotoğrafını çekiyorsunuz.
Profesyonel cihazlarla kaydedilmiş konseri evinizdeki koltuğunuzda rahat rahat izlemek varken…
Sadece psikolog ve sosyologlar değil. Artık şarkıcılar da bu durumdan rahatsız.
“Yüzeysellik: İnternet bizi aptal mı yapıyor?” kitabının yazarı Nicholas CARR kitabında internetle birlikte değişen hayatlarımızın yanı sıra değişen düşünce sistemimizden söz ediyordu.
Belki yeni nesil anı yaşamayı değil, anı paylaşarak yaşamayı tercih ediyor. Kim bilir?